Rehber | Kategoriler | Konular
SaMi PAşAZaDE SEZai
Çocukluk ve ilk gençlik çağları İstanbul'da, babasının Taşkasap'taki konağında ve Çamlıca'daki köşkünde geçti. Hiçbir okula gitmedi. Bütün öğrenimini husûsi hocalarla yaptı. Farsçayı Muallim Feyzi Efendiyle babası Sâmi Paşa'dan; Arapçayı Meclis-i maârif âzâsı Mehmed Galib Efendiden; Fransızcayı da Fabert isimli bir Fransızdan öğrendi. Alman şarkiyâtçısı Mortmann'dan Almancayı; elçilik kâtibi olarak bulunduğu Londra'da da İngilizceyi öğrenmiştir.
Edebiyata olan merakı fazlaydı. İlk yazısı ?Maârif? başlıklı bir makâledir. Bu ilk yazıs 1874'te Kamer isimli gazetede yayınlandı.
Ağabeyi Suphi Paşanın evkaf nâzırlığı sırasında bu nezâretinTapu Senedât Kalemine memur olarak girdi. Babasının ölümünden sonra Londra Büyükelçiliğine ikinci kâtip olarak tâyin edildi. Londra'ya gitmeden bir yıl evvel Şîr isimli ilk eserini yayınladı (1879). Bu, üç perdelik basit bir trajediydi.
1885'te elçilik mensuplarının şapka giymelerinin sarayca yasaklanması ve bu yasağa uyulmaması yüzünden, başta büyükelçi olmak üzere bütün elçilik kadrosu azledilince, Sezâi Bey de İstanbul'a dönmek zorunda kaldı. Dönüşünde Hâriciye Nezâreti İstişâre Odasında çalışmağa başladı.
Nâmık Kemâl'in etkisi altında yetişen Sezâi Bey, edebiyat alanında, Hâmit ve Ekrem'in yakın dostudur. Sezâi Bey, Yeni Türk Edebiyatının Nâmık Kemâl gibi, Hâmid gibi birinci plânda vazife görmüş yazarlarından değildir. Fakat onun kendi çağındaki Avrupa edebiyatıyla yakından ve anlayarak ilgilenmesi, eserlerine Avrupaî bir karakter vermiş ve yazar, bu yönden edebiyatımızın Avrupalılaşması târihinde önemli bir yer almıştır. Duygulu bir sanatkâr olan Sezâi'nin arada bir romantik özellikler taşıyan şiirler yazdığı da olmuştur.
Sezâi Bey, diğer Tanzimat yazarları gibi, çok eser vermemiş olup, bir romanı, iki küçük hikâye kitabı, bâzı nesirleri, seyâhat hâtıraları ve hâtırât yazıları vardır. Alphonse Daudet'den Jak romanını Türkçeye çevirmiştir. 1897'de Ahmed Cevdet Paşanın çıkardığı İkdâm Gazetesinde makaleler ve hikâyeler yazdı. Siyâsî faaliyetlerinden dolayı 1901'de Paris'e kaçtı. İttihat ve Terakki Cemiyetine katıldı. İkinci Meşrûtiyetin îlânı üzerine İstanbul'a döndü. 31 Mart Vak'asından sonra Madrid elçiliğine tâyin edildi. Birinci Dünyâ Savaşı yıllarını İsviçre'de geçiren yazar, savaşın sona ermesi üzerine İstanbul'a döndü.
1921'de, Tevfik Paşa hükümetince, yaş haddini doldurmadan emekliye sevk edildi. Ömrünün son yıllarını, Kadıköy'ün Mühürdar semtindeki evinde yarı münzevî olarak geçirdi. Maddî sıkıntıya düşmesi üzerine hükümetçe maaş bağlandı. Konak adlı romanını tamamlayamadan 1936 yılında zatürreden vefât etti. Vasiyeti üzerine, Göksu'daki âile mezarlığına yeğeni İclâl'in yanına gömüldü.
Sezâi Beyin tanınmış romanı Sergüzeşt'tir. Bir esir kızın serüvenlerini ele alır ve ?ferdî hürriyeti? savunur. Bu romanda, zamanının hayat sahnelerini basit bir vak'a etrafında romanlaştıran Sezâi Bey, hikâyesini yer yer hissî ve romantik bir üslupla anlatmıştır.
Sezâi Beyin küçük hikâye yazarlığı, romancılığından daha üstündür. Onun küçük hikâyelerinde realist Fransız edebiyatının tesiri vardır. Yazar, önce Küçük Şeyler adı altında topladığı bu hikâyelerle birtakım küçük hayat hâdiselerini başarıyla hikâyeleştirmiştir. Küçük Şeyler'de: ?Bu Büyük Adam Kimdir??, ?Hiç?, ?Kediler?, ?Düğün?, ?Pandomima? adlı hikâyeler ve iki nesir vardır. Aynı kitaptaki ?Arlezyalı? adlı bir hikâye, Alphonse Daudet'ten tercüme edilmiştir.
Sezâi Bey, Küçük Şeyler'den sonra, bâzı makâle, hikâye ve muhasebelerini Rumûzü'l-Edeb adlı bir kitapta toplamıştır. Bu eserin yayınlanmasından yirmi altı yıl sonra da, çok sevdiği yeğeni İclâl'in ölümü üzerine yazdığı mensur bir mersiye ile daha bâzı nesir ve hâtıralarını İclâl isimli bir kitapta yayınlamıştır.
Eserleri:
Sergüzeşt (1887), Küçük Şeyler (1891), Rümûzü'l-Edeb (1898), İclâl 1924'te yayımlanmıştır.