Rehber | Kategoriler | Konular
NAZIM şEKiLLERi
Alm. Dichtungsform (f), Fr. Forme (f) de versification, İng. Versification forms. Bir şiiri meydana getiren mısraların kendi aralarında toplanış ve kâfiyeleniş düzeni.
Şiir, belli bir vezin ve kâfiye düzenine bağlı anlatım yoludur. Şiir, Arapça olan ?nazm? kelimesiyle birlikte veya birbirlerinin yerine de kullanılır. Nazım, lügatte?dizme, sıralama ve düzene koyma? anlamındadır. Şiir ise, edebî değeri olan nazımlı sözdür.
Bir şiirin, nazmın ahenkli ve tesirli söylenmesi için vezin, kâfiye ve nazım şekli gibi üç ana dış unsura ihtiyaç vardır. Vezinli (ölçülü) mısraların, belli bir kâfiye düzeni ile kümelendiği (toplandığı, dizildiği, örüldüğü) biçime, şeklî görünüşe nazım şekli; bu şekildeki bir şiirin konusuna göre adlandırılmasına nazım türü denir. Koşma, gazel nazım şekline; koçaklama, mersiye nazım türüne misaldir.
?Nazımlı söz? de denilen bir şiirde, nazım şeklinde veya nazım türünde mânâ bütünlüğü taşıyan en küçük parçaya nazım birimi denir. Bâzan nazım birimi bir mısra olabileceği gibi; iki mısradan meydana gelen beyit (divan şiirinde); ikiden çok mısra kümelerinden meydana gelen kıt'a, bend veya üçlük, dörtlük (halk şiirinde), beşlik... sekizli, onlu gibi şekiller de birer nazım birimidir.
Şiirle ilgili verilen bu umumî bilgilerden sonra nazım şekillerini ve nazım türlerini şöyle sıralayabiliriz.
Divan Edebiyatı Nazım Şekilleri
Gazel: Beyit birimi üzerine kurulmuş bir divan edebiyatı nazım şeklidir. Aruz vezninin her kalıbıyla yazılabilen, genellikle aşk, tabiat ve toplum temalarının işlendiği, duygularda derinlik ve yakınlık, hayalde genişlik ve nüktede incelik, isteyen bir şiir türüdür. Hafif, hattâ biraz şuh ve neşeli söyleyişler, gazelde hoş karşılanmaz. Türk edebiyatında en büyük şâirler, aynı zamanda gazel üstatlarıdır. Şâirlerin sanat kudreti, gazeldeki başarılarıyla ölçülür.
Gazelin ilk beytine matla (doğuş, giriş) son beytine makta (kesiliş, bitiş), en güzel beytine de beyt-ül-gazel denir. Gazelde her beyit, iyice işlenmiş bağımsız bir bütün sayılır. Bu yüzden gazelin beyitleri arasında anlam birliği aranmaz. Beyitlerin her biri ayrı şeyler anlatabileceği gibi bâzan birkaç beyit, bâzan da gazelin bütün beyitleri tek bir tema üstüne olabilir. Beyitleri arasında mânâ birliği taşıyan gazellere yek-âvaz veya yek-âhenk gazel denir. Şâir, genellikle son beyitte mahlas (isim veya takma isim) ını kullanır. Bu beyte de Tâç beyit denir.
Gazel, Arap edebiyatından İran'a, oradan da Türk edebiyatına geçmiştir. Arap şiirinin eski çağında gazel, kasidenin tegazzül diye anılan bir parçasıdır. Kasidenin bu kısmında sevgiliye methiyeler söylenirdi. Zamanla ayrı bir nazım şekli oldu. Bilhassa İran ve Türk edebiyatlarında çok sevildi. Divan şiirimizin Fuzûlî, Bâki, Nedim ve Nâilî gibi büyük şâirleri, gazel tarzının üstatlarıdır. Bu kudretli şâirlerin tesiriyle gazel söylemek, edebiyatımızda Tanzimattan sonra da devam etmiş ve bu nazım şekliyle nât, münâcât yanında mersiyeler gibi nazım türleri de yazılmıştır.
Nazım birimi beyit olan gazelin kâfiye dizilişi aa, ba, ca... olup, ilk beytinin iki mısraı kendi aralarında kâfiyeli, sonra gelen beyitlerin birinci mısraları serbest, ikinciler ilk beyitle kâfiyelidir.
Gazel, 5 beyitten 12 (bâzan 15) beyte kadar olabilir.
Gazel
Kâfiye dizilişi:
Sernâme-i muhabbeti cânâne yazmışemæ a
Hasret risalesin varak-ı câne yazmışemæ a (Matla)
Nâlişlerini derd ile bîçâre bülbülünæ b
Bâd-ı Sâba eliyle gülistâna yazmışemæ a
Zülfün hikâyesini gönülde misâl edübæ c
Gam kıssasını levh-i perişâne yazmışemæ a
Resm etmişem gözümde hayâlini gûyâæ d (Beyt-ül
Nakş-ı nigârı sâgâr-ı mercâna yazmışemæ a (gazel)
Tab-ı rûhunla sûzunu yazarken Ahmed'inæ f (Taç
Şevkınden odlara tutuşup yane yazmışemæ a beyti ve
Makta
Gazelin çeşitleri: Şekil bakımından özellik taşıyan iki gazel çeşidi vardır: Müstezat gazel ve Musammat gazeldir.
Müstezat gazel: İç içe konulmuş iki gazeli andıran bir gazel çeşididir. Esasen gazel dâimâ (Mefûlü, mefâîlü, mefâîlü, feûlün) vezniyle yazılır. Her uzun mısradan sonra ?ziyâde? olarak isimlendirilen (Mef'ûlü, feûlün) vezniyle bir mısra eklenir. Ziyâdeler, anlam îtibâriyle asıl mısralara bağlıdır. Ya kendi aralarında veya asıl gazel ile kafiyelenirler. Müstezat şekli, ?yedekli? adı ile Halk Edebiyatımızda da kullanılmıştır.
Ey şûh-ı kerem-pîşe, dil-i zâr senindiræ a
Yok minnetim aslâæ x
Ey kân-ı güher, anda ne kim var senindiræ a
Pinhân u hüveydâæ x
Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmazæ b
Baş üzre yerin varæ y
Gül goncasısın, gûşe-i destâr senindiræ a
Gel ey gül-i rânâæ x
Musammat gazel: Ortadan ikiye ayrılabilen, eş bölümlü vezinlerle yazılan gazellerdir. Bu tür gazellerde, mısra ortasında da kâfiyeler bulunur. Bu iç kâfiyeler, beyitleri ikiye bölünebilir hâle getirir. Bu durumda matladan sonra gelen beyitler, kendi aralarında kafiyeli olan dörtlük gibi ele alınabilir.
Musammat Gazel
Beni candan usandırdı / cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan / murâdım şem'i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân / devâ-yı derd eder ihsân
Niçün kılmaz bana derman / beni bîmâr sanmaz mı
Şeb-i hicrân yanar cânım / döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım / kara bahtım uyanmaz mı
Gül-i ruhsârına karşu/ Gözümde kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu / akar sular bulanmaz mı
Gammım pinhân tutardım ben / dediler yâre kıl rûşen
Desem ol bîvefâ bilmem / inanır mı, inanmaz mı
Değildim ben sana mâil / sen ettin aklımı zâil
Bana ta'n eyleyen gâfil / seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind ü şeydâdır / hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır / bu sevdâdan usanmaz mı
Fuzûlî
Kâfiye dizilişi:
x a
y a
b b
b a
c c
c a
Musammat şiirlerin, dört mısralık kıt'alar biçimine kolayca dönüştürülebilmesi için, eş değerli vezinlerle yazılması lâzım olduğundan, yukarıdaki gazel (Mefâîlün-Mefâîlün-Mefâîlün-Mefâîlün) kalıbıyla söylenmiştir.
Gazeller, öteden beri bâzı çevreler tarafından maksatlı olarak, yanlış anlatılmakta, bâzı kimseler tarafından da yanlış anlaşılmaktadır. Bunun sebebi gazellerde geçen zülf, ben, güzellik, aşk, mey ve meyhâne gibi kelimelerdir. Bunları zâhirî mânâda değerlendirmek yanlış anlaşılmalara sebep olmaktadır. Çünkü bunlar, divan edebiyatına mahsus mazmûn'lardır. Çoğunun mânâsı, tasavvufî ve çok derindir. Bu bakımdan, divan edebiyatının çoğu gazellerini anlamak için İslâmiyeti iyi bilmek ve yeterli tasavvuf bilgisine sâhip olmak lâzımdır. (Bkz. Divan Edebiyatı)
Kaside: Beyit birimi üzerine kurulmuş bir divan edebiyatı nazım şeklidir. Aruz vezninin her kalıbı ile yazılabilir, ama daha çok uzun vezinler seçilir. Kaside, bir maksat için yazılmış şiir demektir. Yazılış gâyesine göre ayrı ayrı isimler alır. Kasidelerin çoğu övgü maksadıyla yazılmış gibi görünmesine ve bugüne kadar böyle değerlendirilmesine rağmen, aslında bunlar dilekçe mâhiyetindedir. Zâten kelimenin mânâsı da bunu göstermektedir. Şâir bütün yazışma kâbiliyetini kasidede göstermekte ve iş istemekte, dilekte bulunmaktadır. Gerçekte bir mevkie gelenler, sundukları kasideden sonra gelmişlerdir.
Konuları îtibâriyle, nazım türü olarak kasidelere Allahü teâlânın birliğini anlatıyorsa, Tevhid; Allahü teâlâya yalvarmak için yazılıyorsa, Münâcât; Peygamber efendimizi din vet asavvuf büyüklerini övüyorsa, Nât; devrin pâdişâhını veya büyüklerini övüyorsa, Methiye; birini yermek için yazılıyorsa, Hicviye; ölüm dolayısıyla yazılıyorsa, Mersiye ismi verilir.
Kasidelerin ilk kısmına nesib veya teşbih denir. Bu kısımları oldukça uzun bir gazeli andırır. Tabiat, çevre, önemli günler, bir nesne veya olay üstüne yazılmış olabilir. Nesib, kasidenin en zengin ve en güzel bölümüdür, yaşayan tarafıdır. Beyit sayısı sınırlı değildir.
Tegazzül, bâzı kasidelerde, nesib'den sonra gelen, aynı vezin aynı kâfiye ile yazılan gazeldir. Burada duygular dile getirilir. Her kaside de bulunmaz.
Girizgah, esas maksada geçişi sağlayan tek bir beyittir. Methiye, maksadı anlatan övgü kısmıdır. Beyit sayısı sınırlı değildir. Mübâlağalı benzetmeler sebebiyle kasîdenin en yapmacık kısmıdır.
Fahriye, şâirin kendini övdüğü bölümdür. Her kasîdede bulunmayabilir. Birkaç beyitten ibârettir.
Kasîdeler, övülen kimseden dilekte bulunma halka, memlekete, şâirin kendi kendine iyi dilekler, Allahü teâlâya niyazlarla biter; bu bölüm duâ adını alır.
Kâfiye dizilişi, gazeldeki gibi aa,ba,ca... olan kasideler 30'dan 99 beyite kadar olabilir. Gazel gibi Araplardan İran edebiyatına ve onlardan da Türk Edebiyatına geçmiştir. Gazelde olduğu gibi, kasidenin de ilk beyitine matla, son beytine makta, en güzel beytine beyt-ul kasîd şâirin adı geçen beyte de taç beyit adı verilir.
O rütbe etti bu keskin soğuk zemine eser (Nesib)
Kenâr-ı cûyda gömgök kesildi niylüfer.
Başında kar saçağı sarık, arkada sâde
Nice gezer bu soğuklarda bilmezem ar'ar
Şu sırma saçlara birden sarıldı sevdâlar (Tegazzül)
Emîn-i sîm-keşâna bu yıl göründü zarar
Süzüldüğünce çakır keyf çeşm-i şehbâzın
Hamâmebeççe gibi dil şakır şakır titrer.
O ebruvânını seyreylesem gelir yâda (Girizgah)
Miyân-ı pâdşeh-i dinde bend olan hançer
Cenab-ı hazret-i Sultân Ahmed-i Gâzi (Medhiye)
Der'inde mihr ü kamer bende, âsman, çâker
Senin zaman-ı şerifinde Hakk'a şükr olsun
Taakkub etmede her gün peyâm-ı feth ü zafer
Hemân hemîşe olup Hak sana muîn u zahîr (Duâ)
Ola merâtib-i ikbâl gün-be-gün berter.
Nedîm benden elinden düşürmeyip kalemi
Dola, hisâb-ı tevârîh-i feth ile defter.
Kâfiye dizilişi
gazeldeki gibidir:
a
a
b
a
c
a
d
a
Mersiye: Divan edebiyatı nazım türlerinden biri olup, kaside nazım şekliyle yazılır. Divan edebiyatı şâirlerinin bir sultan veya sevilen bir kimsenin ölümü üzerine yazdıkları şiirlerdir. Bu şiirler, her ne kadar ölenlerin arkasından yazılan halk edebiyatı nazım türü ağıt'a benzemekle birlikte, ağıt mahiyetinde olmayıp, ölenin faziletleri, hizmetleri anlatılarak, dünyâ hayâtının sonuna bakılarak ibret alınması konu edilir. Son bölümde de, ölenin yerine geçen kimseye hayır duâ edilir. Divan edebiyatında, edebî üstünlükleriyle en meşhur mersiye, Bâkî'nin Kânûnî Sultan Süleyman Hanın ölümü üzerine yazdığı mersiyedir.
Bâkî'nin Kanûnî Sultan Süleyman Mersiyesinden bölümler:
3. Bend
Ey dil bu demde sensin olan bana hem-nefes
Gel ney gibi inleyelim bâri zâr zâr
Aheng-i âh ü nâleleri idelüm bülend
Eshâb-ı derdi cûşa getürsün bu heft bend
4. Bend
Olsun gamında bencileyin zâr ü bî-karâr
Âfâkı gezsün ağlıyarak ebr-i nev-bahâr
Tutsun cihânı nâle-i mürgân subh-dem
Güller yolunsun âh ü figân eylesün hezâr
Sümbüller mâtem edüb çözsün ağlasun
Dâmâne döksün eşk-i firâvân'ı kûhsar
Gül hasretinle yollara dutsun kulağını
Nergis gibi kıyamete dek çeksün intizâr
Deryâlar etse âlemi çeşm-i güher-feşân
Gelmez vücude sencileyin dürr-i şâhvâr
6. Bend
Tîgin içürdi düşmene zahm-i zebânları
Bahsetmez oldu kimse kesildi lisânları
Gördü nihâl-i serv-i ser-efrâz-ı nîzeni
Serkeşlik adın anmadı bir dahi bunları
Her kanda bassa pây-ı semendin nisâr içün
Hanlar yoluna cümle revân etdi kanları
Şemşir gibi ruy-ı zemine taraf taraf
Saldın demür kuşaklı cihân pehlivânları
Aldın hezâr bütgedeyi mescit eyledin
Nâkûs yerlerinde okuddun ezânları
Âhir çalındı kûs-ı râhil etdin irtihâl
Evvel konağın oldu cinân bustanları
Minnet Hüdâ'ya iki cihanda kılup saîd
Nâm-ı şerifin eyledi hem gâzi hem şehîd.
Kıt'a: Gazel gibi kurulmuş, ilk beyti olmayan divan edebiyatı nazım şekli. Kâfiye dizilişi a b a b'dir. İki, üç veya daha çok beyitlik olabilir. Genellikle iki beyit hâlinde yazıldığı için, dörtlük anlamına da kullanılır. Kıt'a şekli, daha çok, fikir konularına, nükteye ve hicve elverişlidir. Ebcet hesabı denilen usülle, târih düşürmek için kullanılan kıt'alar da vardır. Misal:
Sen oldun cevrine ey dilşiken sen mahzûn, ben mahzûn
Felek gülsün, sevinsin şimdi sen mahzûn, ben mahzûn
Ölürsem görmeden millette ümmid ettiğim feyzi
Yazılsın seng-i kabrime: Vatan mahzûn, ben mahzûn
Kâfiye dizilişi
aşağıdaki gibidir:
a
b
a
b
Terkib-i Bend: Beş bendden on yedi bende kadar, takım hâlinde şiirlerin özel bir şekil altında toplanmasıdır. Şiirin her bendi kendi içinde hâne ve vâsıta olmak üzere iki bölüme ayrılır.
Bendlerin hâne kısmı, tam bir gazel gibi kafiyelenir. Çoğu yedi, sekiz beyit olur. Bütün mısraları birbiriyle kâfiyeli hâneler de vardır.
Vâsıta ise tek bir beyittir. Beytin mısraları kendi arasında kâfiyelenir. Hânelerden sonra gelir ve her bendin sonunda değişir.
Bu nazım şekli, daha çok hikmetli, öğretici ve yerici şiirlere uygun gitmektedir.
Terkib-i bendler, takım hâlinde uzun şiirler olduğu için, çoğu şâirlerin isimleriyle anılırlar. Bunlar arasında Ziyâ Paşanın Terkib-i Bendleri meşhurdur. Misal:
5. Bend
Dehrin ne safa var acabâ sîm ü üzerindeæ a
İnsan bırakır hepsini hîn-i seferindeæ a
Yıldız arayı gökte nice turfa müneccimæ b
Gaflet ile görmez kuyuyu rehgüzerindeæ a
Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmazæ c
Şahsın, görünür rütbe-i aklı eserindeæ a
İnsana sadâkat yaraşır görsede ikrâh
Yardımcısıdır doğruların hazret-i Allah. (Vâsıta)
(Ziya Paşa)
Tercî-i Bend: Divan edebiyatında Terkib-i Bend'e çok benzeyen bir nazım şeklidir. Bu da bendlerden teşekkül etmiş bir takım şiir'dir. Her bendde hâneler gazel gibi; vâsıta beyit ise kendi içinde kâfiyelenir. Terkib-i bendden farkı, vâsıta'nın bir tek ve aynı beyit olup, her bendin sonunda aynen tekrar edilmesidir. Tercî-i bendle daha çok din ve tasavvuf konuları işlenmiştir. Kafiyelenişi Terkib-i bendin aynıdır.
Rubâî: Divan edebiyatında, kâfiye dizilişi bakımından, bir gazelin ilk iki beytini andıran nazım şekli. Bu yüzden rubâiye ?dü-beyt? adı da verilmiştir. Ancak, rubâî, beyitler hâlinde değil, dörtlük esasına göre kurulmuştur. Dört mısralık bir şiirdir. Rubâî, kendine mahsus aruz kalıplarıyla, yazılır. İran edebiyatından bize geçmiş bir nazım şeklidir. Rubâî şâiri, dört küçük mısra içinde bir dünyâ görüşünü, bir düşünce teması işleyeceği için, büyük bir üstad ve fikir olgunluğuna erişmiş biri olmalıdır. Başlangıçtan beri, hikmet, tasavvuf, felsefe konularının anlatımı için kullanılmıştır. İranlı şâir Ömer Hayyâm ile Mevlânâ Celâleddîn Rûmî hazretleri en büyük rûbâî şairleri kabul edilir. Yirminci asırda ise Yahya Kemâl ve Ârif Nihad Asya, rubâîleri ile tanınmışlardır.
RubâîKafiye
dizilişi:
Çık, tayy-ı zaman et, açılır her perde,æ a
Bir ömr geçir istediğin her yerde.æ a
Ben hicret edip zamanımızdan, yaşadım,æ b
İstanbul'u fethettiğimiz günlerde.æ a
(Yahya Kemâl)
Tuyuk: Rubâî gibi, bir gazelin iki beyti şeklinde kâfiyelenen; dörtlük esasına göre kurulmuş bir divan şiiri nazım şekli. Genellikle (fâilâtün, fâilâtün fâîlün) vezniyle yazılır.
Tuyuk, Türk Halk Edebiyatındaki mâni'nin, aruz veznine uygulanmış şeklidir. Çağatay, Âzerî ve on altıncı asra kadar Anadolu divan şâirleri arasında çok kullanılmıştır. Bizde en çok Kâdı Burhâneddîn tuyuk yazmıştır. Rubâî gibi, hikmetli, tasavvufî, felsefî duyguları işler.
Tuyuk
Hakk'a şükür, kaçların devrânıduræ a
Cümle âlem bu demin hayrânıduræ a
Gün batardan gün doğan yere değinæ b
Aşk erinin bir nefes seyrânıduræ a
Mesnevî: Divan şiirinde, beyitler hâlinde kurulan ve her beytin iki mısrâı kendi aralarında kâfiyelenen bir nazım şekli. Klasik şark nazım şekillerindendir. İlk defâ, İran edebiyatında görülen nazım şekli sonradan Arap ve Türk edebiyatlarına geçmiştir.
Mesnevînin beyitleri arasında kâfiye birliği yoktur. Kâfiye dizilişi aa,bb,cc... şeklindedir; yâni her beyit kendi mısraları arasında kafiyelidir. Bu beyitler peşpeşe sıralanarak Mesnevî şeklini meydana getirirler. Kâfiye dizilişi bakımından hemen hemen bütün dünyâ edebiyatlarında olduğu gibi, Tanzimattan sonraki Yeni Türk Edebiyatında da yer almıştır.
Bu nazım şekliyle çok uzun manzumeler yazılır ve sayısı pekçok olan beyitler için aynı kâfiyeyi bulmak zahmeti çekilmez. Firdevsi'nin Şehnâme'si 60 bin beyitlik bir mesnevîdir. Yine Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'si 26 bin beyit tutar. Birçok milletin târihi kahramanlık masalları olan destanları, efsâneleri, manzum aşk ve mâcerâ masalları mesnevî şeklinde yazılmıştır.
Daha başka gâyeler için de mesnevîden faydalanılmıştır. Ancak, Divan Edebiyatında mesnevî denince, içinde olay veya hikmetler bulunan manzum eserler akla gelir. Süleyman Çelebi'nin Vesîletü'n-Necât, yâni Mevlid'i bir Mesnevîdir. Ayrıca Fuzûlî'nin Leylâ ve Mecnûn adlı eseri ile Şeyh Gâlib'in Hüsn ü Aşk'ı mesnevî türünde yazılmış eserlerdir. Destânî ve tasavvufî mesnevîler, Türk Edebiyatında fazla bir yer tutmaz.
Mesnevîlerde genellikle aruz vezninin kısa kalıpları kullanılmıştır. Divan şâirleri, mesnevîlerini arada bir gazel, murabba, muhammes, kıt'a nazım şekillerinde yazdıkları şiirlerle süsler; eserlerine, bu şiirlerin sesi, çeşidi ve heyecanıyle bir zenginlik verirlerdi. Bu şiirler, mesnevî kahramanlarından birinin diğerine ya şiirler hitâbı olur veya şiir diliyle yazdığı bir mektup diye mesnevîye ilâve edilir.
Bâzı şâirler, beş mesnevîden meydana gelen Hamse isimli eser yazmıştır.
Fahriye-i Şâirâne
Kâfiyelenişi
Tarz-ı selefe tekaddüm ettimæ a
Bir başka lügat tekellüm ettimæ a
Billâh bu özge macerâdıræ b
Sen bakma ki defter-i belâdıræ b
Feyz erdi Cenab-ı Mevlevî'denæ c
Aldım nice ders Mesnevî'denæ c
(Şeyh Gâlib)
Musammatlar: Divan şiirinde beyit birimi dışında nazım şekli dört (murabba), beş (muhammes) altı (müseddes), yedi (müsebba') ve daha çok mısralı bendlerden kurulan nazım şekillerine topluca ?musammat? denir. Başlıca musammatlar şunlardır: Murabba, Şarkı, Muhammes, Müsaddes ve Müsebba.
Murabba: Dört mısralı bendlerden teşekkül eden bir nazım şekli. Bend sayısı, üçten dokuza kadar olabilir. Murabba, divan edebiyatında Türk şâirlerinin kullandıkları, yarı millî bir nazımdır. Çünkü; Türk Halk Şiirlerinde, terennüme elverişli olsun diye, dördüncü mısraları aynen tekrarlanan, koşma ve türkülerin, divan şiirinde aruzla söylenmesi, murabba şekline böyle millî bir özellik vermiştir.
Birinci bendden sonra gelen dörtlüklerin son mısraları ilk dörtlükle kâfiyelidir. Bu son mısra, her bendin sonunda nakarat hâlinde aynen tekrarlanırsa, bu tür murabbalara ?mütekerrir? murabba; her bendin sonunda değişerek tekrarlanırsa ?müzdeviç? murabba denir.
Mütekerrir Murabba
Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Kara sevdâda yeler bî-ser ü bî-pây gönül
Demedim mi sana dolaşma ana hây gönül
Vây gönül, vây bu gönül, vây gönül, ey vây gönül
Bizi hâk etti hevâ yoluna sevdâ ni'delüm
Pâymâl eyledi ol zülf-i semen-sâ ni'delüm
Kul edinmezdi güzeller bizi illâ n'idelüm
Vây gönül, vây bu gönül, vây gönül, ey vây gönül
Kâfiye dizilişi:
a b
a b
a b
a a
Şarkı: Esasta murabba'a benzeyen bir nazım şekli. Edebiyatımızda daha çok on yedinci asırdan sonra görülür. Halk Edebiyatımızdaki koşma şeklinin, değiştirilmiş bir şeklidir. Lâle Devrinde en yaygın terennüm edilen ve tamamıyle Türk zevkinin eseri olan şarkı, millî bir nazım şekli hâline girmiştir. Çok defâ şarkılar, bestelenmek için yazılır. Bu yüzden aruzun kısa vezinleri daha çok kullanılır. Oldukça sâde ve canlı bir konuşma diliyle söylenirler. Şarkıda, hafif aşk konuları, günlük konular, günlük mâceralar işlenir. Şarkının en güzellerini Nedim söylemiştir.
Şarkı, iki bendden beş bende kadar olabilir. Her bendin en kuvvetli olması gereken üçüncü mısraına ?miyân? denilir. Şarkıların çoğu kafiye dizilişi bakımından muraba'a benzer. Bâzı şarkıların ilk bendleri koşma gibidir. Mütekerrir şarkılarda murabbalar gibi ilk bendin ikinci ve dördüncü mısraları nakarat hâlinde aynen tekrar edilir.
Şarkı
Sevdiğim, cânım yolunda hâke yeksân olduğum
İyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Ey benim aşkında bülbül gibi nâlân olduğum
İyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Sen açıl gül gibi zâr ile hezâr olsun, Nedim
Bend bend olsun ham-i zülfün şikâr olsun Nedim
Sen salın cânâ yolunda hâksâr olsun Nedim
İyddir çık nâz ile seyrana kurbân olduğum
Kâfiye dizilişi:
a b
a b
a b
a a
Muhammes: Beş mısralı bendlerle kurulan bir nazım şekli. İlk bendin beş mısraı kendi aralarında kâfiyelidir. Sonra gelen her bendin ise ilk dördü kendi aralarında, son mısraları ise ilk bend ile kafiyelidir.
Her bendin (beşinci) son mısraları, bendlerden ayrı olarak kendi aralarında kâfiyelenen özel bir muhammes çeşidine tardiye adı verilir. Tardiye (Mefûlü-mefâilün-feûlün) vezniyle yazılır.
Muhammes
Yâ Rabbi hasret ile benim alma cânımıæ a
Bir dahi göreyim meh-i nâ-mihribânımıæ a
Cânânımı cefâ kılıcı nev-civânımıæ a
Şâhin bakışlı yârımı rûh-ı revânımıæ a
Sultânımı efendimi şâh-ı cihânımıæ a
Ben nice medh idemki cemâlini el biliræ b
Gün gibi bî-nazîr bilir bî-bedel biliræ b
Bu izzete bu devlete gayet mahal biliræ b
Yahyâ alelhusus ziyâde güzel biliræ b
Sultânımı efendimi şâh-ı cihânımıæ a
Tardiyye
Hoş geldin eyâ berîd-i cânânæ a
Bahş-et bana bir nüvîd-i cânânæ a
Can ola fedâ-yı ıyd-ı cânânæ a
Bîsûd ola mı ümîd-i cânânæ a
Yârin bize bir selâmı yok mu æ b
Ey Hızr-ı fütâdegân söyleæ c
Bu sırrı edüb iyan söyleæ c
Ol sen bana tercemân söyleæ c
Ketm-etme yegân yegân söyleæ c
Gam defterinin temamı yok muæ b
Ya Rabb ne intizârdır bu
Geçmez nice rüzgârdır bu
Hep gussa vü hârhârdır bu
Duysam ki ne şî vekârdır bu
Vuslat gibi bir merâmı yok mu
Kâm aldı bu çehden gedâlar
Ferdâlara kaldı âşinâlar
Durmaz mı o ahdler vefâlar
Geçmez mi bu ettiğim duâlar
Hâl-i dilin intizâmı yok mu
Dil hayret-i gamla lâl kaldı
Gâlib gibi bî-mecâl kaldı
Gönderdiğim arz-ı hâl kaldı
Elân bir ihtimâl kaldı
İnsâfın o yerde nâmı yok mu
Şeyh Gâlib
Tahmis: Başkası tarafından yazılmış bir gazel olup, her beytin baş tarafına o beytin ilk mısraı ile kâfiyeli, üç mısra eklemeğe tahmis yâni beşleme denir. Eklenen beyitlerin vezin, kâfiye ve mânâ bakımlarından esas gazele uyması şarttır.
Yine bir gazelin her beytinin iki mısraı arasına, ilk mısra ile kâfiyeli olarak üçer mısra yerleştirmeğe ise taştir denir. Vezin, kâfiye ve mânâ uyumu burada da lâzımdır.
Tahmis
Râyet-i fitne çekip ol kad-i dilcü beyleræ a
Üştüler yanına her şûh-ı cefâcû beyleræ a
Bir yere geldi nice gamzesi câdû beyleræ a
Bir alay oldu perî şiveli âhû beyleræ a
Gözü ahûların alayına yâhû beyleræ a
Kaynatıp nâr-ı gam-ı aşk ile hûn-ı ciğeriæ b
Gözlerimden akıdır kendi görünmez o periæ b
Sanmanız nev-i beşerden ola bu şîveleriæ b
Bir perî için akar iki gözüm çeşmeleriæ b
Sakının, bilmiş olun ılıdır ol su beyleræ a
Cân yedersen eğer ol husrev-i şîrîn-dehene
Gâlib olsan reh-i aşkında bugün kûh-kene
Ne kadar nakd-i revânın da nisâr olsa yine
Bîvefâlıklar eder yoluna cânlar verene
Acaba böyle mi olur dünyede hep bu beyler
Boynuna hile kemendin biri bağlar nâgâh
Çıkarır doğru yolundan biri eyler gümrâh
Bu belâya bulamaz çâre ve derviş ü ne şâh
Kimseye uymasun ulaşmasun Allah Allah
Zülf-i Bîdin ile ol gamzesi Câdû beyler
Bakiyâ gel olalım kâbe-i dil yoluna peyk
Diyelim sen o nidâ ericek âhir lebbeyk!
Girelim râh-ı Hudâ'ya deyüp ess'yû aleyk!
Ne Necâtî ne güzeller ne selâm ü ne aleyk
Fârigüz, eylemezüz kimseye tapu beyler
Gazel: Necâtî, Tahmis: Bâkî
Taştir
Biz ol âşıklarız kim dağımız merhem kabûl etmez
Gönül hem bir devâ-yı mutlak ister hem kabûl etmez
Felekten Şâh-ı dârû verseler bir dem kabul etmez
Yanar bir çöldür iklim-i muhabbet hem kabul etmez
O gülzârın ki âteştir gülü şebnem kabul etmez.
a
a
a
a
a
Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri
Türkü: Sözlü halk edebiyatının nazım şekillerinden birisi ve manzum bir koludur. Konuları daha çok ferdî ve sosyal hâdiselere dayanır. Bir hâdiseyi hikâye etmekten ziyâde, hâdise karşısındaki içli duyguları ve tepkileri dile getirir. Büyük târihi vak'alardan değil, çevreyi ilgilendiren olayları konu alır. Türkü bir folklor ürünü, yâni halkın ortak eseridir. Bu yüzden şâiri belli olan parçalara türkü denemez.
Türkü, acıklı bir olay üstüne yakılır, düzülür. Konuları küçük çevrelerde olup biten ferdî, sosyal çatışmalar veya tabiî olaylardır. Zelzele, su baskını gibi âfetler, düşman işgali, hasret duygusu, aşiret kavgaları, eşkiya baskınları, göçler, askere gidip dönmeyişler, bir delikanlının vurulması vs. gibi.
Nazım şekli bakımından, türküleri belirli bir tip hâlinde göstermek zordur. Halk, besteli ve acıklı olan her şiire türkü adını vermektedir. Ancak, türkü denilebilecek parçaları, mânî ve koşmalardan ayırdedecek en çok rastlanan biçimi aşağıdaki gibidir:
a c
a (Hâne) c(Hâne)
a c
b d
b (Kavuştak) d(Kavuştak)
Bu en çok görülen şekli ile türküler, üç mısralık bentler ve onlara ekli iki mısralık kavuştaklardan meydana gelir. Hâne denilen bend mısraları kendi aralarında kafiyeli olup; kavuştak'lar bâzan her bendin sonunda değişir, bâzan da nakarat hâlinde olurlar. Bâzı kavuştaklar ise tek mısradan ibâret bulunur. Çoğu türküler, halkımızın sevdiği (yedili, sekizli, on birli gibi) hece kalıpları ile söylenmişlerdir.
Eğin Türküsü
Yeşil kurbağalar öter göllerde,æ a(Hâne)
Kırıldı kanadım kaldım çöllerdeæ a
Anasız babasız gurbet ellerdeæ a
Ya ben ağlamayım kimler ağlasınæ b
Şu mahzûn gönlümü kimler eğlesinæ b(Kavuştak)
Eğin'in etrafı dağdır, meşediræ c
İçinde oturan beydir paşadıræ c(Hâne)
Yüz elli mahalle beş yüz köşediræ c
Tez gel ağam, tez gel, olma yalancıæ d
Benim ahım eder seni dilenciæ d(Kavuştak)
Mâni:Sözlü manzum halk edebiyatı ürünlerinin çok zengin bir koludur. Mâni, halk edebiyatında hem bir tür, hem nazım şeklidir. Mâni nazım şekli üzerine kurulmuş birçok manzumeler de vardır.
İslâmiyet öncesi Türk edebiyatında da görülen mâni, hece vezninin yedili kalıbı ile söylenir. aaba kâfiye dizilişi ile divan edebiyatındaki rubâiye benzer. Yine divan şiirindeki tuyuk'un da mâniden geliştirildiği zannedilmektedir.
Mâniler, bağımsız, yazanı belli olmayan, dört mısralık bir şiirdir. Bu dörtlük içinde bütün bir hasret duygusu, dünyâ görüşü, güzel bir manzara başarıyla ifâde edilebilir. Şâir ilk iki mısrada hazırlık, üçüncü mırada ayak yapar ve asıl nükteyi ise son mısraya denk düşürür. Sırf o son sözün hatırı için ilk üç mısra, doldurma mısralar bile olabilir.
Mânilerde, tabiat, yiğitlik, ölüm, düğün, bayram, ayrılık, gurbet vs. gibi konular işlenebilir. Kısaca her tema üstüne söylenebilen ve anonim halk ürünü olan bir nazım şeklidir.
Hoyrat ismi verilen cinaslı mâniler de ayrı bir güzellik ve incelik taşır.
Mâni
Dağlar duman oldu gelæ a
Gönlüm gümân oldu gelæ a
Aylara vedâ verdimæ b
Yılım tamam oldu gelæ a
Hoyrat
Kara gözler, kara gözleræ a
Kararmış kara gözleræ a
Gemim deryâda kaldıæ b
Yelkenim kara gözleræ a
Koşma: Halk şiirlerinin çoğu gibi dörtlük birimlerle kurulan bir nazım şekli. Divan edebiyatında gazel neyse, koşma da halk edebiyatında odur. Halk şâirlerinin en çok kullandıkları ve sevdikleri nazım şeklidir. Onbirli hece vezniyle (6+5 veya 4+4+3 duraklı) söylenir. Üç dörtlükten altı dörtlüğe kadar olabilir. Koşmada ana kâfiyeyi taşıyan (ilk dörtlükte: 2. ve 4; sonraki dörtlüklerde: 4.) mısralara bağlama adı verilir. Bağlama mısranın nakarat hâlinde aynen tekrarlandığı da görülür.
En yaygın kâfiye dizilişleri şunlardır:
1. Tip: aaab, cccb, dddb; 2. Tip: abab, cccb, dddb; 3. Tip: abcb, dddb, eeeb.
Koşmanın insan, tabiat, aşk, sevgi konularını işleyen nazım türüne güzelleme; yiğitlik, mertlik ve savaş konularında yazılanına koçaklama; bir kimsenin veya toplumun eksik taraflarını yermek için söylenenine taşlama (?Yergi? ve ?hicviye? de denir.); bir ölen kimsenin ardından, duyulan acıyı, iyilikleri dile getirenine ağıt (İslamiyet öncesi ?sagu?, divan edebiyatında ?mersiye?) isimleri verilir.
Koşma
Hemen Mevlâ ile sana dayandımæ a
Arkam sensin, kalem sensin dağlar hey!æ b
Yoktur senden özge kolum kanadımæ a
Arkam sensin, kalem sensin dağlar hey!æ b
Sana derim sana, hey ulu yaylam!æ c
Meğer başım alam ilinden gidemæ c
Okum senden, yayım sendendir adamæ c
Arkam sensin, kalem sensin dağlar hey!æ b
Yüce yüce tepesinden yol aşanæ d
Gitmez oldu gönlümüzden endişenæ d
Mürüvvetsiz beyden yeğdir, dört köşenæ d
Arkam sensin, kalem sensin dağlar hey!æ b
Köroğlu der, tepelerden bakarımæ e
Gözlerimden kanlı yaşlar dökerimæ e
Bunca yıldır hasretini çekerimæ e
Arkam sensin, kalem sensin dağlar hey!æ b
Köroğlu
Semaî: Halk edebiyatında çok görülen, kâfiye dizilişlerinin benzerliği sebebiyle bir çeşit koşmadır. Sekizli hece vezni ile söylenir. Tabiat, sevgi, hasret, gurbet vs. gibi konuları işler.
Semaî
Gel dilberim kan eylemeæ a
Seni kardan sakınırımæ b
Doğan aydan esen yeldenæ c
Seni gülden sakınırımæ b
Tabibim hışm ile bakmaæ c
Ben kulun odlara yakmaæ c
Yanağına güller takmaæ c
Seni gülden sakınırımæ b
Hâlden bilir hâldaşım varæ d
Yola giden yoldaşım varæ d
Üç yaşında kardaşım varæ d
Seni ondan sakınırımæ b
Ömer'im der ben de geldimæ e
Tazelendi eski derdimæ e
Sen bir kuzu ben bir kurdumæ e
Seni benden sakınırımæ b
Varsağı: Yine sekizli hece vezniyle söylenen ve kâfiye dizilişlerinin benzerliği yönünden bir koşma çeşididir. Talihten şikayet ve meydan okuma edâsı taşıyan yiğitçe söyleyişler, varsağının, özelliğidir. Kahramanlık, kabadayılık, mertlik duygularını haşmetli, ciddî bir dille belirtir.
?Bre, behey, hey!? gibi yiğitçe söyleyişlerle başlayanlarına çokça rastlanır.
Varsağı
Ulu ulu kervan geçmişæ a
Yollar gibi inilerimæ b
Karlı karlı dağlar aşanæ c
Seller gibi inilerimæ b
Canım bir karlığa düşmüşæ d
Kaynadı ciğerim teşmişæ d
Hocasından ayrı düşmüşæ d
Kullar gibi inilerimæ b
Yapıdan düşmüş bozulmuşæ e
Top tüfek vurmuş ezilmişæ e
Kiliselerde haç yazılmışæ e
Taşlar gibi inilerimæ b
Miskin Âşık bilmez nideræ f
Evliya gayretin güderæ f
Subha değin tesbih ederæ f
Diller gibi inilerimæ b
Destan:On birli hece vezniyle söylenen bir koşma çeşidi. Şekilce koşmaya benzer, yalnız dörtlük sayısı fazladır. Destanların özelliği savaş, göç gibi halk hâfızasında iz bırakmış ve az çok efsâneleşmiş bir vak'ayı terennüm etmeleridir. Bu çeşit destanların sözlü edebiyat ürünleri olan destanlarla hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar, o büyük destanlara malzeme olan bir takım efsâne motifleridir.
Destan
İbtidâ Bağdâd'a sefer olandaæ a
Atladı hendeği, geçti Genç Osmanæ b
Vuruldu sancakdâr, kaptı sancağıæ c
İletti, bedene dikti Genç Osmanæ b
Bağdâd'ın kapısını, genç Osman açtıæ d
Gören kâfirlerin, tedbiri şaştıæ d
Kelle koltuğunda, üç gün savaştıæ d
Cenneti âlâya göçtü Genç Osmanæ b
Eğerleyin kır atımın ikisinæ e
Fethedeyim düşmanların hepisinæ e
Sabah Namazında Bağdâd kapısınæ e
Allah Allah deyip açtı Genç Osmanæ b
Sultan Murâd eydür: ?Gelsin göreyim,æ f
Nasıl yiğit imiş ben de bileyimæ f
Vezirlik isterse üç tuğ vereyim.?æ f
Kılıcından al kan saçtı Genç Osmanæ b
Kul Mustafa Karakolda gezerkenæ g
Gülle kurşun yağmur gibi yağarkenæ g
Yıkılası Bağdad, seni döğerkenæ g
Şehitlere serdâr oldu Genç Osmanæ b
Kayıkçı Kul Mustafa
İlâhî: Dîni konuları işleyen ve tekke şâirleri tarafından başta koşma olmak üzere çeşitli nazım şekillerinde yazılan ve belli bir makama göre okunan şiirler. İlahîlerde Allah sevgisi, Allah aşkı ve dînî temalar yer alır. Daha çok dînî törenlerde ve dergâhlarda söylenir.
İlâhîler, nazım şekli ve makamla söylenmesi dolayısıyla kolay ezberlenip hâfızalarda yer alır. Bunun için de dilden dile, nesilden nesile aktarılırlar. Yûnus Emre'nin ilâhîleri bu türdendir.
Hece vezniyle yazılan ilâhîlerin genellikle 7-8 hecelileri koşma nazım şeklinde; 11-14 ve 16 hecelileri de beyit birimiyle yazılmışlardır. Aruz vezniyle yazılmış ilâhîler de vardır.
İlâhîler, tesirli olması için meşhur tarikat büyüklerinin şiirlerinden seçilir. Murabba (dörtlük), muhammes (beşlik), müseddes (altılı) olabilir. İlahîler bayram, ramazan, kandil, düğün gibi belirli günlerde daha çok okunur. Koro hâlinde okunursa buna ?cumhur ilâhî? adı verilir.
Yûnus Emre, Osman Şems, Eşrefoğlu Rûmî, Azîz Mahmûd Hüdâî, İbrahim Hakkı'nın yazdığı ilâhîler meşhurdur.
İlahî
Vücudûn çünkü fânidiræ a
Yürü ey bî-vefâ dünyâæ b
Fenâ yokluk nişânıdıræ a
Yürü ey bî-vefâ dünyâæ b
Donanıp düzülüp geldinæ c
Bu halkın yüzüne güldünæ c
Gör âkibet neler kıldınæ c
Yürü ey bî-vefâ dünyâæ b
Hârîr donları soyarlaræ e
Nâzik tenleri yuyarlaræ e
İletip toprağa koyarlaræ e
Yürü ey bî-vefâ dünyâæ b
Yunus, bunda gelen gülmezæ f
Hiç kimsede murat almazæ f
Bu fenâ kimseye kalmazæ f
Yürü ey bî-vefâ dünyâæ b
Yunus Emre
Nefes: Biçim ve öz bakımından ilâhîlere benzeyen bir koşma çeşididir. Nefesler daha çok Bektaşî tarikatine mahsus şiirler olarak sınıflandırılırsa da, bu şiirlerin pekçoğunun Hacı Bektâş-ı Velî ve onun yolu ile, ilgisi yoktur.