Rehber | Kategoriler | Konular
SüFYaN BiN UYEYNE
Tebe-i tâbiînin büyüklerinden. Fıkıh ve hadîs âlimi. İsmi, Süfyân bin Uyeyne bin Meymûn el-Hilâlî el-Kûfî; künyesi Ebû Muhammed'dir. 725'te Kûfe'de doğdu. 813'te Mekke-i mükerremede vefât etti. Yetmiş kere hacca gitti. İmâm-ı A'zam ve İmâm-ı Şâfiî ile görüştü.Hadis ve tefsir ilimlerine dâir kitapları vardır. Babası tarafından Mekke'ye götürüldü ve orada yerleşti. Dört yaşında Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Yedi yaşındayken hadîs-i şerîf yazmaya başladı. Zührî, Şa'bi Amr ibni Dinâr, Abdullah ibni Dinâr gibi büyük âlimlerden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden de; İmâm-ı A'meş, Süfyân-ı Sevrî, İbn-i Mübârek, İmâm-ı Şâfiî, Ahmed ibni Hanbel gibi büyükler hadîs-i şerîf rivâyet ettiler.
Hâfızası fevkalâde kuvvetli olduğundan yanında kitap bulundurmazdı. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin sayısı 7000 civârındadır. Fıkıh ilminde, İmâm-ı Şâfiî hazretlerine ders verdi. Sika, yâni güvenilir hâfız (râvileriyle birlikte yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen); fıkıhta, tefsirde derin âlim ve dinde sözü senet, mutlak müctehid ve mezhep sâhibi bir imâmdır. Mezhebi zamanla unutulduğundan mensûbu kalmamıştır. Haram ve şüphelilerden kaçması son derece fazlaydı. Rivayet ettiği hadîs-i şerîflerin sahih olduğunda, icma, yâni söz birliği vardır. Tâbiînin büyüklerinden 87 zâtla görüşüp, 70'inden hadîs-i şerîf dinlemiştir. Mekke-i mükerremede, hadîs-i şerîfleri ilk defâ toplayıp tasnif eden zât budur. Sahîh-i Buhârî'nin ilk sayfasındaki; ?Ameller ancak niyetlere göredir...? hadîs-i şerîfinin râvîlerinden biri de Süfyân bin Uyeyne'dir. Muhaddis-ul-Harem, yâni Mekke'nin hadis âlimi ünvânına lâyıktı. Et-Tefsîr ve El-Câmî adında iki eseri vardır.
Süfyân bin Uyeyne buyurdu ki:
İnsanlar bir yerde toplanıp, Allahü teâlâdan bahsettiklerinde, şeytan ve dünyâ oradan uzaklaşır. Şeytan dünyâya der ki: ?Bu insanların ne yaptığını görüyor musun?? Dünyâ; ?Şimdi onlara yaklaşma. Birbirlerinden ayrıldıkları zaman, ben onları tek tek yakalar sana teslim ederim!? der.
?Bir kimse ibâdetlerini yapar, hep Allahü tâlâyı hatırlarsa, dünyâ (insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran, alçak şeyler) ondan uzaklaşır. Allahü tâlâyı hatırlamaktan gâfil oldukça da, dünyâ ona yaklaşır. İbâdetlerden ve Allahü teâlâyı hatırlamaktan maksat, dünyâyı kendinden uzaklaştırmaktır.?
?Bir kimse, ölen birinin kendisinde bulunan hakkını, Allahü teâlâdan korkarak götürüp vârislerine verse, helâllık almış olur. Ama gıybet günâhının durumu böyle değildir. Bir kimse, bir kimseyi gıybet etse, gıybet edilen kimse vefât etse, gıybet eden kimse, gidip, gıybet ettiği kimsenin vârislerinden helâllık alsa yine helâl olmaz. Yer yüzündeki bütün Müslümanlar gıybet eden kimseyi affetseler, gıybet edilen kimse, hakkını helâl etmedikçe hak ödenmez, müminin ırzı, şerefi, malından daha kıymetlidir.?
?Bir kimse, kendisine bir belâ geldiğinde sabreder, Allahü teâlânın takdirine râzı olursa onun işi tamamdır. O kemâl mertebesini bulmuştur.?