Rehber | Kategoriler | Konular
PLANCK, Max Karl Ernst Ludwig
kuvantum teorisini geliştiren Alman fizikçi. Max Planck, 23 Nisan 1858'de Almanya'da Kiel şehrinde doğdu. İlk profesörlüğünü Kiel'de yaptı. 1889'da Berlin Üniversitesinde çalışmaya başladı. Berlin'deki faaliyeti 30 sene kadar sürdü. Aynı zamanda şimdiki ismi Max Planck Society olan ?Kaiser Wilhelm Society?ye başkanlık yaptı. 4 Ekim 1947'de öldü.
Max Planck, özellikle ışıldama ile meşgul oldu. En büyük keşfi, atomlardan çıkan enerji ışınlarının paketler (kuvant) hâlinde yapıldığını meydana çıkarmaktır. Planck, bu keşfine Kuvantlar Teorisi adını verdi ve meydana gelen enerjiyi hesapladı.
Kuvantlar Teorisi formülü: E=h.V olup, burada E, meydana gelen enerjiyi Erg. olarak belirtir. V, ölçülen dalganın frekansıdır; h ise, Planck sâbitesi adını alan bir rakamdır ve 6,55x10-27ye eşittir. (h simgesi ile gösterilen bu sâbitin günümüzde kabûl edilen değeri 6,626176x10-27 erg-sâniyedir.) Böylece herhangi bir enerji dalgasının frekansı ile bu rakam çarpılacak olursa, enerjiyi yukarıdaki gibi, Erg cinsinden hesaplamak kâbildir.) Bu keşfi, ona 1918'de Nobel Fizik mükâfatını kazandırdı.
Max Planck Der Strom von der Aufklärung bis zur Gegenwart adlı kitabında diyor ki: Gerek din ve gerek tabiî ilimler, üzerimizde kendisine erişmek kâbil olmayan çok muazzam bir kudretin dünyâyı kurduğunu ve ona hükmettiğini ortaya koymaktadır. Ancak bu kudreti îzâh husûsunda kullandıkları dil, birbirinden farklıdır. Fakat her iki îzâh tarzı ayrı bile görünseler, hakîkatte birbirinin aynıdır. Bu iki îzâh birbirine zıt değildir. Bilakis birbirini tamamlarlar.
Gerek din, gerek tabiî ilimler, bu âlemi ancak mâhiyetini hiçbir zaman anlayamayacağımız, insanların hiçbir zaman erişemeyecekleri bir kudretin yaratabileceğini kabul ederler. Bu muazzam kudretin bütün azametini biz bilemiyoruz ve hiçbir zaman bilemiyeceğiz. O'nun kudretinin ancak en küçük bir parçasını ve dolaylı olarak öğrenebiliriz.
Din bu kudreti ve yaratıcıyı tanımak ve insanları ona yaklaştırmak için kendine mahsus akla hitâbeden semboller kullanır. Tabiî ilimler ise, bu kudretin tanınması için ölçü ve formüllerden faydalanır. Halbuki, bu iki yolu birleştirecek olursak, asıl o zaman bu yaratıcının ne büyük bir kudret sâhibi olduğu meydana çıkar, O'nun zâtını ve büyüklüğünü meydana koyar.
Din ile tabiî ilimleri karşılaştıracak olursak, hiçbir yerinde bunların birbirinden aykırı bir bilgi vermediğini görürüz. Gerek din, gerek tabiî ilimler, bir muazzam yaratıcı olmadan bu dünyânın kurulamayacağını kabûl ederler. Tabiî ilimlerin bulduğu bütün yenilikler, bu muazzam yaratıcının varlığı ve büyüklüğü hakkında birer vesikadır. Din ile tabiî ilimler arasında hiçbir fark yoktur. Bâzılarının sandığı gibi tabiî ilimlerin tuttuğu yol ayrı değildir. Bugün ne yazık ki, bâzı insanlar, tabiî ilimlerin artık din ile hiçbir ilgisi kalmadığını sanırlar. Halbuki bu, çok yanlıştır. Yukarıda îzâhına çalıştığım gibi, tabiî ilimler, bilakis dînî inanç ve düşünceleri takviye ederler.
Târihe bakılacak olursa, dünyâya gelmiş olan büyük tabiî ilim bilginlerinin dîne çok bağlı oldukları görülür. Leibniz, Newton, Kepler çok dindar insanlardı. Esâsen o zamanlar tabiî ilim araştırmaları, ancak kiliselerde, karanlık dünyâların izbelerinde râhiplerin ellerinde yapılırdı. Ancak yavaş yavaş laboratuvarlar, çalışma enstitüleri, üniversite ilim merkezleri kurulduktan sonra, din adamları ile tabiî ilimler bilginleri birbirlerinden ayrıldı. Ayrı çalışma usûlleri tatbike başladılar. Zamanla bunların çalışma metodları birbirinden çok ayrılmış gibi göründü ve bunlardan beklenenler birbirinden farklı sanıldı. Halbuki, bu iki yol, ayrı ayrı istikâmetlere doğru birbirinden ayrılan, başka başka yerlere sapan iki yol değildir. Bilakis birbirine tamâmiyle paraleldir. Aynı gâyeye doğru giderler ve nasıl ki, paralel hatlar sonsuzda birbiriyle birleşeceklerse, din ile tabiî ilimler de, esas gâye sonsuzunda birbiriyle kucaklaşacaklardır.