Rehber | Kategoriler | Konular
BOğAZiçi
Alm. Bosporus (m.), Fr. Bosphore (m.), İng. Bosphorus. Karadeniz ve Marmara denizi arasındaki boğazın Asya ve Avrupa kıyılarının tamamına verilen isim. Şimdi batı dillerinde kullanılan ve aralarında küçük teleffuz farkları bulunanBosphorus, "öküz geçidi" manasına gelen eski Yunanca bir kelimedir. Türk kaynaklarında Boğaziçi; Halic-i bahr-i rum, Halic-i bahr-i siyah, Halic-i Konstantiniye, İskender Boğazı, Konstantiniye Boğazı, Merecü'l-bahreyn, Mecma'ül-bahreyn, İslambol Boğazı ve Boğaz kelimeleriyle isimlendirilmiştir.
Boğaz'a ait muhtelif ölçüler; İstanbul Boğazının kuzeyden güneye (Kavukburnu-Ahırkapı Feneri) uzunluğu 32,2 kilometredir. Boğazın genişliği ise, büyük değişiklikler gösterir. En geniş yeri Anadolu feneri ile Rumeli feneri arası 3600 m ve en dar yeri de, Rumeli Hisarı-Anadolu Hisarı arasında olup 698 metredir.
Boğaziçi akıntıları çok eski devirlerden beri gemilerin seyrini etkilediği için bu çevrede yaşayanların dikkatini çekmiştir. Karadeniz'den Marmara'ya olan üst akıntının ortalama hızı 0,90 km/h ise de, Kandilli önlerinde bu akıntının saatteki hızı 5 km/h'e kadar yükselmektedir. Çok şiddetli güney rüzgarı olduğu zaman bu üst akıntı kısmı ortadan kalkar ve gemicilerin orkoz dedikleri kuzeye doğru hafif bir akıntı meydana gelir.
Boğaziçi'nde üst akıntıdan başka bir de Marmara'dan Karadeniz'e alt akıntı vardır. Üst akıntıya nazaran az sür'atli olan bu akıntı, Kuzguncuk'ta saatte 1,22 metre ile azami hızını kazanır. Bu akıntılara göre Boğaziçi'nin tuzluluk oranı alt ve üstte farklıdır. Karadeniz'den gelen suların tuzluluk oranı binde on yedi, Marmara'dan gelen suların tuzluluk oranı ise binde otuz beştir.
Boğaziçi'ne ait milattan önceki kaynaklarda en tafsilatlı bilgiler Herodot, Polybios, Strabon, Plinius, Arrlan ve Philostratos'da bulunduğu gibi Bizanslı yazar Dionysisos'un eserlerinde de çeşitli bilgilere rastlanmaktadır.
Türkler ise, İstanbul'un fethinden çok önce Boğaziçi ile alakalanmışlar ve burada tahkimata girişmişlerdir. Yıldırım Bayezid devrinde Anadolu Hisarı, fetihden az önce de Rumeli Hisarını inşa ettirmişlerdir. İstanbul'un fethi ve Karadeniz'in bir iç deniz haline gelmesinden sonra Boğaz'da tahkimata fazla önem verilmemiş, zaman zaman bu hususda çeşitli tedbirler alınmakla yetinilmiştir.
Boğaziçi, muhtelif devirlerde muhtelif değişiklikler geçirdi. Mimarisi, nakil vasıtaları ve hayat tarzı bakımından görülen değişiklikler, tarihi açıdan ehemmiyet taşır. Boğaz içinde görülen bu değişiklikler, hala canlı tarih olarak mevcudiyetlerini muhafazaya çalışmaktadırlar.
Rumeli ve Anadolu yakası dahil, Boğaziçi'ni süsleyen semtler şunlardır:
Tophane: Galata'dan Fındıklı'ya kadar sahildeki semte verilen isimdir. Burası bol ağaçlık ve şehre yakın olması hasebiyle tarihte en erken gelişmeye başlamış mıntıkadır. Zamanımızda ise İstanbul'un ticaret merkezi durumundadır. Kılıç Ali Paşa Külliyesi, Nusretiye Camii semtin mühim sanat eserlerindendir. Vaktiyle burada bulunan yalılar, meşhur yangınlar neticesi kaybolmuştur.
Salı Pazarı ve Fındıklı: Tophane'nin devamı olan Fındıklı, Kabataş'a kadar devam eder ve Salı Pazarı, Tophane ile sınır kabul edilir. Vaktiyle salı günleri burada kurulan pazardan dolayı semte Salı Pazarı; Fındıklı'ya ise buradaki bir dere yatağında fındık ağaçlarının bolluğu dolayısıyla bu isim verilmiştir. Tophane gibi şehrin ilk imar edilen semtlerindendir. Uzun yıllar boyunca burada birçok cami, medrese, mektep, çeşme ve hamam inşa edilmiştir. Uzun müddet ilmiye sınıfına birçok ilim adamı yetiştiren bu semtte halen Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi bulunmaktadır.
Kabataş: Fındıklı ile Dolmabahçe arasındaki mahallelerden meydana gelir.Semt ismini, Köse Kethüda olarak bilinen Mustafa Necib Çelebinin buradaki sahilhaneyi tamiri esnasında çıkan ve yontularak iskeleye yapılan taştan aldığı söylenilmektedir. Eskiden bağlık ve bahçelik olan semtte, Bağodaları Mescidi, Kabataş Camii ve Hekimoğlu Ali Paşanın yaptırdığı bir çeşme mevcuttur.
Dolmabahçe: Kara Bali bahçeleri ile Beşiktaş bahçeleri arasında ve 1614'te Halil Paşanın ikinci kaptanlığı sırasında, Sultan Birinci Ahmed'in emri ile doldurulmuş ve bu isim verilmiştir. Evliya Çelebiye göre kayık ve mavnalarla taşınan kum, taş vs. ile cirit oynanabilecek bir alan doldurulmuştur. Sultan İkinci Selim devrinden sonra yaptırılan köşk ve saraylar, Sultan Birinci Abdülhamid zamanında şark tarzında, zeminden tavana kadar çinilerle süslenmiştir.Sultan Üçüncü Selim, Beşiktaş sahil sarayını yaptırmış ve 1854'te yıktırılan bu sarayın yerine Sultan Abdülmecid tarafından bugünkü Dolmabahçe Sarayı inşa ettirilmiştir.Yine aynı semtte bulunan Bezm-i Alem Valide Sultan Camii ve bunun karşısındaki sebil de Hacı Mehmed Emin Ağa tarafından yaptırılmıştır.
Beşiktaş: Tabii güzelliği olması sebebiyle çok eski zamanlardan beri hususi bir ehemmiyeti vardır.Semtin ismi, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşanın gemilerini bağlamak için sahile yaptırdığı 5 taştan gelmektedir.
Beşiktaş, Osmanlı Devletinin her devrinde itibar görmüş bir semttir. Sultan Birinci Ahmed'den itibaren bu semte muhtelif sahil sarayları, kasırlar ve köşkler inşa edilmiştir. Burada bulunan Beşiktaş sahil sarayı 1678'de inşa edilmiş ve Dolmabahçe Sarayının inşasına kadar ehemmiyetini korumuştur. Çırağan Sarayı ise ilk defa Sultan Dördüncü Murad, ikinci defa Sultan Üçüncü Selim devrinde inşa edilmiştir. Dolmabahçe Sarayının inşasından sonra burası da ikinci plana düşmüş, Meclis-i Mebusan olarak kullanılan saray 1909'da şüpheli bir yangın neticesinde yanmıştır.
Osmanlı devrinde İstanbul'un en mamur semtlerinden olan Beşiktaş'ta o devirden kalma 20 cami ve mescit vardır. Şimdiki Yıldız Parkının girişindeki Hamidiye Camiini, Sultan İkinci Abdülhamid Han 1891 senesinde inşa ettirmiştir.
Ortaköy: Önceleri Yahudi ve Rum mahallesi olan semt, Kanuni Sultan Süleyman devrinde Türklerin buraya iskan edilmeleri ile gelişmiştir. On yedinci asırdan itibaren, devlet erkanının inşa ettirdikleri sahil sarayları ile tamamen mamur hale gelmiştir. Ortaköy Camii ise, Sultan Abdülmecid tarafından 1854-55'te inşa ettirilmiştir.
Kuruçeşme: Tezkireci Osman Efendi Camiinin inşası sırasında su yolları bozulan çeşmeden ismini almıştır. Havasının ve suyunun güzelliği ile meşhur olan semtte birçok köşk ve saray vardır. İskelenin karşısında 150 m açıkta bulunan Serhisbey Adası halen yüzme havuzu olarak kullanılmaktadır.
Arnavutköy: Vaktiyle buraya yerleştirilen Arnavutlardan bu ismi aldığı söyleniyorsa da, ahalisinin ekseriyeti Rum ve Yahudidir. Evliya Çelebi 1000 kadar hanenin olduğunu ve Müslüman bulunmadığını kaydeder. Semtte bulunan çeşme, Sultan Selim, Tevfikiye Camii ise Sultan İkinci Mahmud tarafından inşa ettirilmiştir.
Bebek: Akıntı burnunun kuzeyindeki bu koy ismini, Fatih Sultan Mehmed'in buraya tayin ettiği ve lakabı Bebek olan bölük başından almıştır.Sultan Birinci Selim zamanında hasbahçe olan Bebek, zamanla buraların ihmal edilmesiyle 18. asırda ayak takımının sığındığı yer olmuştur. Bu asırdan sonra semtin imarı için harekete geçilmiş, bu maksatla, Bebek Camii ve birçok dükkan inşa olunmuştur.
Rumeli Hisarı: İsmini Fatih Sultan Mehmed'in fetihten önce inşa ettirdiği hisardan alır. Bebek ve Baltalimanı koylarının arasındaki yüksek bir mevkidir. Evliya Çelebi burayı, bağ ve bahçesiz, kayalık, 1000 kadar evden ibaret bir mahalle olarak tasvir eder.
Baltalimanı: İstanbul'un fethi sırasında kaptan-ı derya olan Baltaoğlu Süleyman Beyin gemileri burada inşa etmesinden bu ismi almıştır.Halen Kemik Hastanesi olarak kullanılmakta olan Reşid Paşa yalısı da buradadır.
Emirgan (Mirgun): Sultan Dördüncü Murad'ın Revan Seferi sırasında kendisine yol gösteren Emirgüne'ye burada bir kasır tahsis edilmesi sebebiyle bu ismi almıştır. Semt, Sultan Birinci Abdülhamid devrinde gelişmeye başlamıştır. Zamanımızda Emirgan Korusu, yaz aylarında İstanbulluların piknik için en fazla gittikleri yerlerdendir.
İstinye: Tabii bir liman olarak çok eskilerden beri meşhur olan semt, 16. asırdan itibaren gelişmeye başlamıştır. Evliya Çelebi zamanında koy'un ağzında bir misafirhane bulunuyordu. Cezayirli Gazi Hasan Paşanın devrinde kurulmuş olan tersane günümüzde kaldırılmıştır.
Yeniköy: Kanuni Sultan Süleyman devrinde kurulmaya başlanan bu köyü Evliya Çelebi Seyahatnamesinde 3000 haneli bir mahal olarak anlatır. Sultan İkinci Mahmud devrinde, Osmanlı mimarisinin zarif örnekleri olan yalılar ve köşkler inşa edilmiştir. Ayrıca, çileğiyle de meşhurdur.
Tarabya: Bu koy da İstinye gibi çağlar boyunca ticari bir merkez olmuştur. Sultan İkinci Selim devrinde yalnızca balıkçı kulübeleri olan semtte padişaha ait bir köşk inşa edilmesiyle gelişmiştir.
Sarıyer: Semt ismini burada medfun "Sarı Baban" namındaki bir zattan aldığı söylenirse de, bakır ihtiva eden ve sarı renkte görünen bir yardan aldığı da rivayet edilir. Sarıyer güzel havası ve şifalı suları ile meşhurdur. Mevcut Kestane Suyu, Çırçır Suyu, Fındık Suyu, Hünkar Suyu, Şifa Suyu bu semttedir. Ayrıca semtin mesire yerleri de meşhurdur.
Rumeli Kavağı: Sultan Dördüncü Murad devrinde, Rus Kazaklarının saldırılarını durdurmak üzere inşa edilen hisar ile ehemmiyet kazanmıştır. Evliya Çelebi kale içinde muhafızlara ait 60 evin bulunduğunu kaydeder. Kale günümüze ulaşmamıştır. Kale günümüze ulaşmamıştır. Halen geniş bir kısmı askeri bölge olan semtte güzel mesire yerleri vardır.
Anadolu Kavağı: Osmanlılar devrinde bazı yolları ve askeri istihkamları ihtiva eden önemli bir bölgedeydi. Semtte bulunan kale Dördüncü Murad Han zamanında tamir ettirilmiştir. On yedinci asırda kalabalık bir bölge olan bu semtte, 3 tane cami vardır. Evliya Çelebi, limanında her zaman 300 geminin bulunduğunu yazar. Bu semtin de Rumeli Kavağı gibi çok geniş bir kısmı askeri bölgedir.
Beykoz: Boğaziçi'nde, Servi Burnunun kuzeyinde bulunan bu semtin ismi, Osmanlı Devletinde, Kocaeli valilerinin karargahı olmasından gelmektedir. Balıkçılık gelişmiştir. Kalkan balığı oldukça meşhurdur. Ayrıca mesireleri de çok itibar edilen yerlerdir.
Paşabahçe: Önceleri sadece Hıristiyanların oturdukları bir semt olan Paşabahçe'ye, Sultan Üçüncü Mustafa devrinden itibaren Müslümanlar yerleşmeye başlamışlardır. Burada bulunan Şişe-Cam Fabrikasının ekonomimizde önemli bir yeri vardır.
Kanlıca: Bu semt adını, burada yerleşen ve Kanglı denilen eski bir Türk kabilesinden almıştır.Sütü ve yoğurdu meşhur olan Kanlıca, bilhassa mesire yerleri ile Boğaziçi'nin güzide semtlerindendir.
Anadolu Hisarı: Sultan Yıldırım Bayezid'in Boğaz'ı kontrol etmek üzere yaptırdığı hisardan ismini almıştır. Göksu ve Küçüksu mesireleri ile meşhur olan semt, baharda pikniğe gelenlerle dolar.
Kandilli: İsmini bir rivayete göre Sultan Dördüncü Murad'ın Revan Seferinden dönüşünde bir şehzadesinin buradaki bir köşkte doğması ve burada tertib edilen, yedi gece süren kandil donanmasından almıştır. Asırlar boyunca padişahların çok itibar ettikleri Kandilli, sonraları Fransız ve İngilizlerin oturdukları bir yer olmuştur.
Vaniköy: Sultan Dördüncü Mehmed'in ikinci hocası olan Vani Mehmed Efendiden ismini almıştır. Şimdi rasathanenin bulunduğu tepede, 1911 senesine kadar yangını haber veren toplar atılırdı.
Çengelköy: Burada gemi çapalarının yapılmasından dolayı bu ismi almıştır. Çengelköy'ün başlıca mesiresi olan Havuzbaşı, Beylerbeyi ile huduttur. Burada Şeyh Nevres Tekkesi bulunmaktadır. Ayrıca 1872'de inşa edilen Kuleli askeri Lisesinde halen öğretim devam etmektedir.
Beylerbeyi: Sultan Üçüncü Murad devri beylerbeylerinden olan Mehmed Paşanın sahil sarayının yerine yapılan saraya verilen ismin bütün semte genişlemesinden bu ismi almıştır. Bu sarayı 1865'te Sultan Abdülaziz Han yeniden baştan başa mermer olarak inşa ettirmiştir.
Kuzguncuk: Adını, Fatih Sultan Mehmed devrinde buraya yerleşen Kuzgun Baba adlı bir veliden alan semt, önceleri daha ziyade Rum ve Yahudilerle meskundu. Fakat inşa edilen cami ile Müslümanların da itibar ettikleri bir semt olmuştur.
Hayatta ve Sanatta Boğaziçi
Boğaziçi, İstanbul'dan tamamen farklı, fakat ondan ayrı düşünülemeyen, bir güzellikler bölgesidir.Her semtin ayrı hüviyete sahip olmasına rağmen yine de bir bütün teşkil etmesi, oradaki hayatın ve hatıraların bir terkibidir. İstanbul'un fethinden sonra meydana gelen bu terkip, tamamen Müslüman Türkün eseridir. 1100 sene süren Roma ve Bizans medeniyeti burada böyle bir bütün teşkil edemedi.
Türk İslam medeniyeti, Boğaziçi'ne İstanbul'dan 60 sene önce yerleşti. Anadolu yakasındaki bazı köylerin kuruluşu bu zamana rastlar. Fetihten sonra Boğaziçi'ne iskanların başlaması, dünyada eşi olmayan bir güzelliğin ortaya çıkmasına sebeb oldu. Batılı bir şairin; "Yer ve gök arasında dalgalanan en güzel çizgi budur." dediği, yeşil ve mavinin en nefis tonlarının bulunduğu Boğaziçi, Osmanlı Türkünün eseri olarak şenlendi. Boğaziçi'ne Türklerin bu kadar değer vermesi, iki taraftaki dağların arasında boğazın ihtişamla akmasının, Orta Asya'daki eski yurtlarını hatırlatması olabilir.
Boğaziçi gibi eşsiz güzellikler diyarının edebiyatımızdaki tesirleri de mühimdir. İstanbul'da yaşayıp da burası ile ilgili şiir yazmayan şairimiz yok gibidir.
On yedinci asırda yaşayan Nev'izade Atai, Alemnuma adlı eserinde boğazı tasvire çalışmıştır. Şair, sandal sefalarını, mesireleri anlattıktan başka, semtleri ayrı ayrı işlemiştir. Şair Fenni (17. asırbaşı) Sahil-name adlı manzum eserinde,Galata'dan başlayıp, Kavaklardan geçerek Üsküdar'a kadar her semte bir beyit tahsisi ile Boğaziçi'ni tasvire çalışmıştır. Şiirde 63 beyit vardır.
Divan şiirinde önemli bir yeri olanBoğaziçi, gazellerde, kasidelerde gayet canlı olarak anlatılır. Şiirlerde Boğaz'ın anlatılması an'anesi,Nedim, ŞeyhGalib,Enderuni Vasıf, Enderuni Fazıl'dan başlayarak kesintisiz günümüze kadar devam etmiştir.
Tanzimattan sonra Boğaz daha ziyade roman ve hikayelere malzeme teşkil etmiştir.
Nazım, Zehra adlı romanına uzun bir Boğaz tasviriyle başlar. Halid Ziya Uşaklıgil'in Aşk-ı Memnu adlı romanında Göksu'daki mesireleri anlatan uzun pasajlar bulmak mümkündür. Aynı yazarın Bir Yazın Tarihi adlı eserindeki olaylar Çubuklu'daki bir yalıda geçer. Mehmed Rauf, boğazın daha alafranga kısmı olan Büyükdere ve Tarabya'yı hikayelerinde dekor olarak kullanır.Hüseyin Rahmi Gürpınar, Cadı adlı eserinde Rumelihisarı ile Baltalimanı arasındaki yolların esrarlı havasını anlatır. Halide Edip Adıvar'ın Tatarcık'ında günün muhtelif saatlerindeki Boğaz manzaraları resimleştirilir. Ayrıca Yakub Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Ahmed Rasim, Safveti Ziya, Ruşen Eşref ve Abdülhak Şinasi de Boğaziçi'nden canlı manzaralar tasvir ederler. Hatta Abdülhak Şinasi Hisar'ın Boğaziçi Yalıları ve Boğaziçi Mehtapları adlı eserleri bu bakımdan dikkat çeker.
Günümüz şiirinde Boğaz'ı beş asırlık ihtişamıyla, en güzel haliyle yaşatan Yahya Kemal Beyatlı olmuştur. Saatten saatte değişen rengi, suyun akışı ve asırlar boyunca Boğaziçi'ne sinen Türk zevki Yahya Kemal'in şiirlerinde görülebilir.