Rehber | Kategoriler | Konular
HiJYEN
Tıp ilmi iki kısımdır: Biri hijyen, yâni sıhhati korumaktır. İkincisi ise terapötik olup hastaları iyi etmektir. Hijyen, yâni insanları korumak, sağlam kalmağı temin etmek tıbbın birinci vazîfesidir.
Hastalıklar, yalnızca insan bünyesinde ortaya çıkan bozukluklardan ve noksanlıklardan husûle gelmez. Hastalıkların meydana gelmesinde kişinin yaşadığı çevrenin özellikleri de mühim rol oynar. Bu yüzden, çevreyle alâkalı hastalık sebeplerinin tesbit edilip ortadan kaldırılamadığı veya bunlardan korunmak için alınacak tedbirlere ehemmiyet verilmediği müddetçe aynı etkiler altında bulunan insanları hastalıklardan korumak mümkün olmaz.
Birçok memlekette en fazla ölüme sebeb olan hastalık enfarktüstür. Enfarktüslerin sosyal hayat, meslekî hayat ve beslenmeyle ilgisi çok büyüktür. Endüstride sık karşılaşılan hastalıklar ise iş yerlerindeki bozuk ve düzensiz şartlardan kaynaklanır. Besin zehirlenmeleri ve besinlerle geçen hastalıklar direkt olarak çevreyle ilgilidir. Son senelerde bütün dünyâda artmış olan akıl ve ruh hastalıklarının meydana gelmesinde âile, iş, meslek hayâtındaki uygunsuzluklar, sosyoekonomik düzensizlikler ve başıboş, gâyesiz sosyal hayâtın büyük rolü vardır. Guatrın sebebi olan iyod yetersizliği, dişlerin kalıcı koyu renk olmasına sebeb olan sudaki fazla flor düzeltilmedikçe bu hastalıkların tedâvisi mümkün olmaz. Bozuk şartlar değiştirilmeden sâdece hastalıkları tedâvi etmeye çalışmak hem daha pahalı, hem daha zor, hem de, çok daha az etkilidir.
Izdırapların mekanizmalarına karşı tedbir almak dururken, bozuklukların meydana gelmesini beklemek ve tâmir etmeye uğraşmak, akıllıca bir iş değildir. Bu fikirlerden hareketle yola çıkan "hijyen" ilmi, aslında çok eskiden beri insanların uygulamaya çalıştıkları prensipleri ihtivâ eder.
Hastalıkdan korunmanın esâsı temizliğe dayanır. Çünkü zararlı mikroplar kirli ve pis ortamda çok çabuk yayılır. Bunun için yeryüzündeki ilk insan olan Âdem aleyhisselâmdan beri bütün hak dinler temizliği, temiz olmayı övmüşler ve ibâdet için temiz olmak şartını koymuşlardır. Zaman zaman Allahü teâlânın emirlerine sırt çeviren insanlar ve kavimlerin çeşitli hastalıklardan telef oldukları bir gerçektir. Bunlardan biri ortaçağda 542 yılında Avrupa'da zuhûr eden vebâ salgınıdır ki, 40 sene sürmüş ve 100 milyon insanın ölümüne sebeb olmuştur. Bu târihten 1862 yılına kadar, Avrupa'da 25 büyük vebâ salgını ortaya çıkmıştır. 1347 senesinde Çin'den Avrupa ve İngiltere adalarına yayılan vebâ salgını netîcesinde 50 milyon tahmin edilen Avrupa nüfûsunun 25 milyona ve 4 milyon olduğu tahmin edilen İngiltere nüfûsunun da 2 milyona indiği bilinmektedir. Bütün bu salgınların sebebi ve mâhiyeti bilinmediği için tedbir alınamamıştır. Hâlbuki Peygamber efendimiz; "Bir yerde tâun (bulaşıcı olan ve salgın yapan hastalık, vebâ) olduğunu duyarsanız oraya gitmeyiniz, eğer bulunduğunuz yerde tâun varsa oradan çıkmayınız." buyurarak bugün uygulanan izolasyon ve karantinayı 1400 sene önce emretmiştir.
1450 yıllarında Rönesans hareketleri başlarken Avrupa'nın sağlık şartlarının çok bozuk ve tıp ilminin de çok geri kalmış ve hattâ hekim olmayan birtakım kişiler tarafından yürütülmekte olduğu bilinmektedir. Oysa İslâmiyetin gelişi hijyen ve hekimlik için büyük bir gelişme, büyük bir devrim olmuştur.
Avrupa çiçek, tifo, tifüs, grip, frengi ve vebâdan kırılırken, İslâmiyetin ilk yıllarında geçen şu hâdise Müslümanlarda hastalıklardan korunma husûsunu çok güzel anlatmaktadır:
Hazret-i Muhammed Rum İmparatoru Heraklius ile yakınlık münâsebetleri kurmuştu. Birbirlerine mektuplar yazarlardı. Bir defâ Heraklius birçok hediye göndermişti. Bu hediyelerden biri de bir doktordu. Doktor gelince dedi ki: "Efendim! İmparator hazretleri beni size hizmet için gönderdi. Hastalarınıza bedâva bakacağım." Peygamber efendimiz kabul buyurdu. Emretti, bir ev verdiler. Her gün nefis yiyecek ve içecekler götürdüler. Günler ve aylar geçti hiçbir Müslüman doktora gelmedi. Doktor utanıp gelerek; "Efendim! Buraya size hizmet etmeye geldim. Bugüne kadar bir hasta gelmedi. Boş oturdum, yiyip içtim, rahat ettim, artık gideyim." diye izin isteyince, Peygamberimiz; "Sen bilirsin. Eğer daha kalırsan misâfire hizmet etmek, ona ikrâm etmek Müslümanların vazîfesidir. Gidersen de uğurlar olsun. Yalnız şunu bil ki, burada senelerce kalsan sana kimse gelmez. Çünkü eshâbım hasta olmaz. İslâm dîni hasta olmamak yolunu göstermiştir. Eshâbım temizliğe çok dikkat eder. Acıkmadıkça bir şey yemez ve sofradan doymadan önce kalkar." dedi. Bunun akabinde doktor, Müslüman oldu ve memleketine dönmedi.
Peygamber efendimiz temizlik hakkında buyurdular ki:
Din, temizlik üzerine kurulmuştur.
Yemekten evvel ve sonra ellerinizi yıkayın!
Namazın anahtarı temizliktir.
Temizlik dînin yarısıdır.
Temizlik îmândandır.
Ağızlarınız Kur'ân yoludur. Onu misvak ile temizleyiniz.