Rehber | Kategoriler | Konular

BiTKiLER

Alm. Pflazen (f), Fr. plante (f), İng. plants. Bulunduğu yere daha çok kökleriyle tutunarak gelişen (planktonlar hariç) ve üreyerek hayat süresini tamamladıktan sonra kuruyup ölen yosun, mantar, otsu veya ağaçsı yapıdaki canlı varlıklar. Canlılar (bionta), hayvanlar ve bitkiler alemi olmak üzere iki grupta incelenirler.

Bitkiler, yeryüzünde çok geniş alanlar kaplar. Yapılan hesaplara göre yeryüzünün bitki örtüsünü meydana getiren organizmalar topluca 2500 km3lük bir hacim (bir kenarı 13.5 km olan küp) kaplamaktadır. Buna karşılık hayvanlar ise 4.5 km3lük bir hacim içine sığabilmektedirler. Dolayısıyla bitkisel organizmalar hacim bakımından hayvansal organizmaların 555 katı yer kaplar.

Kara bitkileri tropik ormanlarda, toprak yüzeyinden itibaren 50 metreyi aşan kalınlıkta bir örtü meydana getirirler. Orman şartlarının elverişli olmadığı bölgelerde bu örtünün kalınlığı birkaç desimetre, hatta birkaç santimetreye kadar daralır. Bitkisel hayatın toprak yüzeyinin derinlerine inişi de sınırlıdır. İyi havalandırılan topraklarda bu birkaç metreyi bulur. Denizlerde ise ototrof (kendi beslek) bitkiler, 100-200 metreden derine inemezler. Buna karşılık 3000 metreden derinlerde heterotrof (adrı beslek) olarak yaşayan bitkisel planktonlara rastlanır.

Bitki ve hayvanları birbirinden ayırmak kolayca mümkündür. Ancak bitkiler ve hayvanlar aleminin alt kademelerine doğru inildikçe ve bilhassa ilkel yapılı olan canlılarda farklar azalır. Tek hücreli küçük plankton organizmaları içine alan kamçılılar (flagellatae) grubunda hayvan ve bitki olarak kesin şekilde ayırt edemediğimiz canlılar bulunmaktadır. Dolayısıyle klorofil ihtiva eden ve ototrof (kendi besinini kendi yapan, kendi beslek) olan kamçılılar bitkiler alemine klorofil ihtiva etmeyen ve heterotrof (besinini dışardan alan, adrı beslek) olarak beslenen formları ise hayvanlar alemine dahil olunurlar.

Bitkiler ve hayvanlar arasındaki belli başlı farklar şöyle sıralanabilir:

1. Genellikle bir bitki bulunduğu yere bağlıdır ve yer değiştirmez. Hayvanlar serbestçe hareket edebilirler. Fakat hayvanlarda, süngerler, mercanlar gibi sabit canlılar, ilkel bitkilerde de su yosunları, bakteriler gibi hareketli organizmalar vardır.

2. Bitkiler ihtiva ettikleri klorofil maddesinin yardımıyle CO2 asimilasyonu (özümleme) yapar ve güneş ışığından da faydalanarak inorganik maddelerden organik maddeler imal ederler. Yani ototrofturlar. Hayvanlar ise klorofil ihtiva etmediklerinden, özümleme yapamazlar. Ancak bitkiler aleminde de bakteriler, mantarlar, parazit ve saprofitler (çürükçül) gibi klorofil ihtiva etmeyen heterotrof organizmalar vardır. Bitkilere zarar veren canavarotu (Orabanche), küsküt (Cuscuta) önemli parazit bitkilerdir.

3. Bitki hücresi genellikle selüloz çeperden yapılmıştır. Hayvan hücrelerinde böyle bir çeper yoktur.

4. Bitkiler bölünür. Meristematik hücreleri sayesinde daima yeni dokular meydana getirip, süresiz gelişme kabiliyetleri vardır. Buna karşılık hayvanlarda büyüme ve gelişme sınırlıdır ve belirli bir devre sonra durur.

5. Bitkilerde besinler genellikle yüzeyleri tarafından erimiş halde osmoz olayı yoluyla alınır. Buna karşılık hayvanlar besinlerini bir ağız vasıtasıyla alırlar ve iç kısımlarında sindirirler.

6. Bitkilerin sinir sistemi yoktur. Uyartıların iletim yolu, plazma ve hormonlar vasıtası iledir. Hayvanlar aleminde ilkel formlar hariç bir sinir sistemi vardır. Gerek hayvan gerek bitkilerin müşterek özelliği ise hücrelerden meydana gelmiş olmalarıdır. Hücrenin ana maddesini ise protoplazma teşkil eder.

Gelişmiş bitkiler, görev ve yapıları farklı kök, gövde ve yaprak gibi kısımlarından meydana gelmektedir. İlkel bitkilerde ise su yosunlarında olduğu gibi bu kısımlara rastlanmaz ve yapıları tal adı verilen hücre topluluklarından meydana gelmiştir. Bir yere de genellikle rizoit adı verilen kökçükleri ile tutunurlar. Gelişmiş bitkilerde olduğu gibi farklılaşmış bir iletim sistemi de ihtiva etmezler.

Gelişmiş bitkileri bulunduğu yere kök adı verilen bir toprak altı organı tesbit eder. Kökler topraktan su ve suda erimiş halde bulunan tuzları alarak gövdeye iletirler. Kökler besin maddesi biriktirmek sureti ile depo organı vazifesi de görürler. Bitkiler aleminde en basit kök teşekkülü, eğrelti otunda görülür. Karayosunlarında ise köke benzer uzantılar, rizoit (köksü) adını alır.

Kökün başlıca özelliği, klorofilsiz olması ve yaprak taşımamasıdır. Tohumdan meydana gelen kök, ana kök adını alır. Ana kökten çıkan köklere de yan kök denir.

Gerek ana kök, gerek yan köklerin ucunda kaliptra (yüksük) bulunur ve kökün ucundaki büyüme hücrelerini korur. Kökün ucunun biraz yukarısında emici tüyler sıralanır.

Kökler bazı bitkilerde tutunma ve su emme işi yapabilmek için derinlere kadar inerler. Kurak yerlerde yetişen bitkilerden yoncanın (Medicago) kökleri 18 m, ılgın (Tamarix)ın 30 m, devedikeni (Alhani) nin ise 30-40 metreye kadar indiği görülür.

Bitkinin toprak üstünde yükselen kısmı genel olarak gövde adını alır. Gövde, esas-ana gövde, dal ve yapraklardan meydana gelir. Bitkiler aleminde en basit gövdeye yapraklı karayosunlarında (Musci) rastlanır. İletim demetleri taşıyan tipik gövde ancak eğreltilerde (Pteridophyta) görülür. Tohumlu bitkilerde ise daha ileri bir gelişme gözlenir.

Gövde genel olarak uçtan büyür. Büyüme, yaprak taslakları tarafından örtülmüş halde bulunan vejetasyon konisi tarafından sağlanır. Gövdenin uzamakta olan ucu, birbiri üzerine katlanmış yapraklardan ibaret olan tomurcuklarla örtülmüş ve bu suretle dış tesirlere karşı korunmuş bulunmaktadır.

Yaprakların gövdeye bağlandığı yere düğüm (nod) ve bu düğümler arasındaki uzun yapraksız kısımlara da düğümlar arası (internod) denir. Yan dallar ve yapraklar daima düğümlerde meydana gelir.

Karanlıkta yetişen bitkilerde klorofil maddesi teşekkül etmediğinden, bitkiler sarımtrak renkte olurlar. Böyle bitkilere etiyole olmuş denir.

Gövdeden çıkan dallar, bazan kısa bir uzama devresinden sonra gelişmeden kalırlar. Melez, sedir ve çamda iğne yapraklar, kısa sürgün olan bu dallar üzerinden çıkarlar.

Uzamalarına devam eden dallar ise uzun sürgünler meydana getirirler. Köknar ve ladinde durum böyledir. Gövdeler görevlerine ve yaşama çevrelerine bağlı olarak, bazı değişiklikler gösterir. Bu farklılıklara gövde metamorfozları denir. Soğan, yumru (patates), çilekteki sürünücü gövdeler (stalon) ve diken gövdeler (ateş dikeni, glediçya) gibi.

Bitkilerin fotosentez ödevini üzerine almış önemli bir organı da yapraktır. Bazı bitkelerde az gelişmiş halde olsalar dahi daima mevcutturlar. Işıktan faydalanabilmek, kolaylıkla gaz alıp vermek, su ve su buharı kaybedebilmek için kitlesine göre yüzeyi fazla veya az geniş yassı diken veya iğne şeklinde, klorofilce zengin ve iletim dokusu bir ağ gibi her tarafına yayılmış organlardır.

Bir yaprak ekseriya 3 kısma ayrılır:

1. Yaprak ayası (lamina),

2. Yaprak sapı (petiyol),

3. Yaprak tabanı (bazis).

Yapraklar da bitki üzerinde bulundukları yere göre değişik şekiller aldıkları gibi, bulundukları ortama göre de farklılıklar gösterir. Etli yapraklar (damkoruğu), depo yapraklar (soğan), sülük yapraklar (bezelye), farklılık gösteren yapraklardır.

Bitkilerin Yapısı

Bütün organizmalarda olduğu gibi, bitkilerin de taze ağırlıklarının büyük bir kısmını su teşkil eder. Su muhteviyatı, gelişmiş bitkilerin yapraklarında % 80-90, bazı sulu meyvelerde % 95'e kadar yükselir. Buna karşılık odunda % 50, tohumlarda ise % 13-14'e kadar düşer. Bitkinin kuru maddesi organik ve inorganik bileşiklerden ibarettir. İnorganik bileşikler organiklere nazaran azdır.

Bitkideki inorganik maddeler karbon, hidrojen, oksijen, fosfor, azot, kükürt, sodyum, potasyum, kalsiyum, mağnezyum, demir gibi elementlerden ibarettir. Bir bitkinin gelişmesi için hangi elementlerin gerekli olduğunu, herhangi bir elementin noksanlığının bitkinin gelişmesine nasıl etki ettiğini veya hangi hastalık arazlarına yol açtığını anlamak üzere su kültürü metodu kullanılmaktadır. Toprakta bulunan bu inorganik tuzların saf su içinde belli oranlarda eritilmesiyle sıvı bir besin ortamı hazırlanır. Böyle bir ortamın elde edilmesi için Knop ve Von der Crone reçeteler hazırlamışlardır.


Konular