Rehber | Kategoriler | Konular

HiFa HaTUN

Hîfâ Hâtun, bir gün Peygamber efendimizin huzûruna gelerek; "Ey Allah'ın Resûlü! Bana, beni Cennet'e götürecek bir iş (amel) öğret." dedi. Bu arzu ve isteği üzerine Resûlullah efendimiz; "Önce bir erkekle evlenmen lâzımdır. Bununla dîninin yarısını emniyete alırsın." buyurdu. Bu emir üzerine; "Ey Allah'ın Resûlü! Küfvüm (dengim) kim olabilir? Bana Habeşistân Hükümdârı Melik Necâşî evlenme teklifinde bulundu. Fakat, ben onun bu teklifini kabul etmeyip, geri çevirdim. Hattâ yüz deve ile birçok ziynetler veren de oldu. Onu da kabul etmedim. Bugün ise âhirette kurtuluşun evlenmekte olduğunu buyuruyorsunuz. Yâ Resûlallah! Siz kimi beğenip uygun görürseniz, ben ona râzıyım." dedi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Hîfâ Hâtuna; "Mescide en evvel kim gelirse, onunla evlen!" buyurdu.

Sahâbîlerin hepsi bu duruma râzı oldu. Allahü teâlâ, onlara (Eshâba) öyle bir uyku verdi ki, hiçbir sahâbî erken uyanamadı. Resûlullah efendimiz önce kimin geleceğini merâkla bekliyordu. Birdenbire hazret-i Süheyb göründü. Süheyb, kimsesi olmayan, fakir, rengi siyaha yakın, görünüşü güzel olmayan, uzun boylu, zayıf ve çelimsiz, ince yapılı bir sahâbiydi. Hîfâ Hâtun ise, son derece güzel ve zengindi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem namazdan sonra Hîfâ Hâtunu çağırarak durumu bildirdi. Hîfâ, Allahü teâlânın kazâsına râzı olduğunu, Peygamber efendimize arz etti. Bu durum üzerine, Peygamber efendimiz hutbe okudu, nikâh akdi yapıldı ve; "Ey Süheyb! Kalk bu hanımın için bir şey al. Hanımının elinden tut, evine götür." buyurdu. Süheyb; "Yâ Resûlallah! Dünyâlık olarak yanımda ne bir dirhem gümüşüm, ne de içinde yatacak ve barınacak bir evim var. Benim evim mescittir." dedi. Bunları işiten Hîfâ Hâtun, Süheyb'e on bin dirhem gümüş bulunan bir kese göndererek, filanca yerdeki hazır konağı da ona hediye ettiğini bildirdi. Süheyb'in kendisini götürmesini istedi.

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, onlara çok duâ etti. Eshâb-ı kirâm da, Hîfâ Hâtunun hareketini çok övüp, Allahü teâlâya hamd ettiler. Süheyb ve Hîfâ Hâtun kalkıp, konağa gittiler. Yemekten sonra, yatma vaktinde, Hîfâ Hâtun; "Ey Süheyb! İyi bil ki, ben sana nîmetim, sen bana sıkıntı veren mihnetsin. Sen bu nîmete şükür, ben bu mihnete sabır için, gel, bu geceyi ibâdet ve tâatla geçirelim. Sen şükrediciler sevâbına kavuş, ben de sabrediciler sevâbına kavuşayım. Çünkü Resûlullah; «Cennet'te yüksek çardak vardır. Burada yalnız şükredenler ve sabredenler bulunur.» buyurdu." dedi.

Zifâf gecesi ikisi de Allahü teâlâya karşı ibâdet ve tâatta bulundular. Süheyb sabah mescide geldi. Cebrâil aleyhisselâm geceki durumdan Resûl-i ekrem efendimizi haberdâr etti. Cennet ve Cemâl-i ilâhî ile müjde verdi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Ey Süheyb, geceki hâlini sen mi anlatırsın, ben mi söyleyeyim?" buyurunca, Süheyb; "Yâ Resûlallah siz söyleyiniz." dedi. Peygamber efendimiz; "Siz cennetliksiniz ve Allahü teâlâyı göreceksiniz." müjdesini verdi. Süheyb sevincinden ve Allahü teâlâyı görmek ve O'na kavuşmak aşkından secdeye kapanarak şöyle duâ etti: "Yâ Rabbî! Eğer beni mağfiret ettiysen, günahlara bulaşmadan rûhumu al!" dedi. Allahü teâlâ, O'nun bu duâsını kabul ederek, secdede rûhunu aldı. Eshâb-ı kirâm bu duruma ağladı. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Daha şaşılacak şey, Hîfâ'nın da bu anda rûhunu Hakk'a teslim etmiş olmasıdır." buyurdu. Her ikisinin de namazını kılarak yanyana defnettiler. Eshâb-ı kirâmın Allahü teâlâya karşı aşkları ve Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme karşı bağlılıkları bu kadar kuvvetliydi.

Hîfâ Hâtunun tevekkülü, kazâya rızâsı ve sabrı asırlardır anlatılıp, herkes tarafından sevilip, imrenilmesine rağmen, nesebi ve başka hayat hikâyesi bilinmemektedir.


Konular